top of page

YERYÜZÜLEŞEN DÜNYA

ZEYNEP SAYIN

Zeynep Sayın 1961

İstanbul doğumlu yazınbilimci,

sanatkuramcı, öğretim üyesi.

İmge kuramıyla ilgili çeşitli

metinleri ve kitapları vardır.

I.

Ne var ki ikebana’da görünürlüğe gelen, doğadan… kesilen yaşamın bir varlık biçimidir… Çünkü özü zamansallık olan doğanın yaşamına aykırı bir biçimde... doğaya sırtını dönen, özünü gizleyen, ama aynı şekilde şu an içindeki vücuda gelişiyle zamanı sollamak isteyen şu çiçek, ani bir manevrayla asıl özü olan zamansallığa geri dönmektedir…

— Nishitani Keiji1

 

Shandong eyaletinde, Tai’an kentinin kuzeyinde, göğe çıkan merdiveniyle, üç bin yıllık geleneğiyle, Çin tarihi açısından en kutsal dağ Tai Dağı (Taishan). Yolun dağı, yolculuğun dağı, zarafetin dağı, Doğu’nun dağı... Dağa varmadan, yolda, heykeltıraşların dağdaki taşocaklarından çıkan kayaları kaya gibi yonttuğu atölyeler... Taştan daha çok taş, kayadan daha çok kaya, patine edildikten sonra yeniden geldikleri yere, dağa yerleştirilen, doğadan daha çok doğa, ama doğal olmayan bir yoldan gelen yontular... Tuvale, ekrana, imgeye aktarılacağına, tuvalde, ekranda, imgede temsil edileceğine, tuvale, ekrana, imgeye kesilen, imgeyi kendi içinde tutan, kendini kendi temsiliyle gösteren taş, kaya, dağ... Yola çıkış da, yolda oluş da, başlangıç olmayan başlangıç da, son olmayan son da, dağ olmayan dağ da, her seferinde bir çifte katlama…

 

Kutsal dağ; çiçek canlandırma sanatı, ikebana... Manzara resminin Çincesi: Shan shui (dağ-su). Sonra, dağda yeniden yerini bulup yüzeyine keski ile şiirler kazınınca, yazının yarığına vurulan mürekkebin kırmızısıyla bu kez kâğıda ya da kumaşa, yukarıdan aşağıya yağan yazısıyla taşbaskı… Şiirin üstünde biten sarmaşık; hemen yanı başındaki kayaya, yüzüne yazılı şiirin negatifi; şiirin negatifi olan kumaş parçası, dağ olmayan dağa asılı… Kesintisiz bir mekân kayması, kesintisiz bir bakış kaydırma…

 

Tuhaf kesik, tuhaf katlama: Kayayı dağdan kesen ve yonttuktan sonra kestiği dağa taşıyan; üstüne şiir kazıyan; şiirin kumaşla, kağıtla baskısını alan ve yonttuğu taşın yanına asan; doğayı, doğallığından kestiği, doğallığı yardığı ve çifte katladığı an yeniden yaratan ve daha çok doğa kılan; taşı doğadan, doğayı kendinden kesme ve katlama sayesinde, temsil ederek değil, temsil edilenden keserek ve temsili içine çekerek canlandıran. Çin’in Tai Dağı, Japonların taş bahçesi, bonsai, ikebana… Bir nesnenin kökünden koparılması, yaşamdan kesilmesi ve kesildiği an, kendi yaşamayışıyla artık yaşama katlanması ve yaşamını sürdürmesi: No tiyatrosunda oyuncunun kesintili her bir hareketi, kata, kire… Yaşamdan kesilerek ölümü içinde saklayan bir yaşam; kat’ı’ya benzeyen bir anlam: kesinti, kesme, kire... Eğer süreklilik diye bir şey varsa, sözcüğü özellikle çiçek yerleştirme sanatında kullanan bir süreklilik: Kesintisizliğin değil, kesintinin sürekliliği, kire-tsuzuki...

 

Eğer doğal yaşam zamansalsa ve kendini korumak için zamansallığa karşı koymak zorundaysa, yaşama da karşı koymak, yaşama direnmek zorunda. Oysa işte burada, şu kutsal dağda, şu çiçek yerleştirme sanatında, yaşamdan yaşamsallık, doğadan doğallık kesildiği an, zamana karşı koyan direnci de kökünden kesilen dağ, kesilen çiçek, kesilen kare, kesilen bitki... Kire, kata, bonsai, ikebana: kat’ı; çiçekten canlılığı alarak, öldürerek canlandırma. Bir ölüm yaşamı olan dağ, taşıl, ağaç, kehribar… Aynı zamanda, sadece Japonya’da değil, eskiden beri Akagündüz tuvallerinde de sepyalar, pasteller... Kendi izini silme… Solma… Sanatsala, yaşamdan ölüme geçerken dönüşen doğa… Kalmayı değil, ölmeyi göze aldığı için doğayı doğa kılan sanat… Doğallığın içinde gizlenen, inorganikten çok inorganik olan sanat... Ölmekten değil, yaşamaktan kesilince gelen, solmayı ve silinmeyi içinde barındıran, yaşamdan ölüme geçerken beliren güzellik; ya da çiçek canlandırma sanatı: Çiçekleri ölümleriyle yaşatma, yaşamlar arası bir mekân, kurumuş canlılık, fosilleşen reçine… Doğaya öykünme değil, doğallığın kökünü keserek doğallığı, artık doğal olmayışıyla, ölmüşlüğüyle doğallığa iade etme: Çiçekleri koparma, kurutma ve doğal olmayan bir ortamda, camda, porselende, metalde, taşta, kumaşta, kâğıtta yeniden canlandırma... Kendi doğallığıyla değil, doğal olmayışıyla iki kere doğallaşan ikebana… Kendi yerinden ve zamanından koparılmış, yalnızca kendi yerinde değil, her yerde mekânında olan, hiçbir yerde mekânında olmayan, her yerde kendi zamanında olan, hiçbir yerde kendi zamanında olmayan, zamansız, zamanlar arası, ölümler arası, sanata çevrilmiş bir doğa…

 

Çağdaş sanat, Murat Akagündüz’de de, zamanlar arası, mekânlar arası, ölümle yaşam arası, kendi sonluluğunu kendi içinde taşıyan con/temporary [gün/cel] bir yaşam… Çin’de taşı dağdan kesen, dağı oyan, sanatta dağa öyküneceğine dağı sanat kılan bir yaşam... Doğanın tantrik yogası: Bedeni yaşamsallığından, bedeni cinselliğinden kestiği an daha çok cinselleşen, daha çok doğan yaşam; ölüm de bir yaşam...

 

II.

 

24 Aralık 1968 günü, aya ayak basmadan sekiz ay önce, Apollo 8 astronotu William Anders’in çektiği fotoğraf: "Dünyadoğumu"… Yaşamdan kesilmiş zaman, yaşam olan ölümün dokunduğu zaman; uzaydan doğan dünyanın fotoğrafı… Batılı ülkelerin ve Japonların okullarında verilen resim dersleriyle ilgili Sergei Eisenstein’ın anlattığı öykü: Batılılar çocuklardan boş beyaz sayfaları boyayla, renkle, figürle doldurmalarını beklerken, Japonlar çevrelerine bakmalarını, gördüklerinden kesit almalarını ve kesitleri resmetmelerini öğütlüyor çocuklara; görmeye eklenmeyen, görüş ufkundan kesilen üçgenler, kareler, daireler, dikdörtgenler… Doldurma bir yanda, kesme, eksiltme diğer yanda... Doldurularak eksiltilen; kesilerek çoğaltılan… Kesitin, yaşamdan kesilmenin, ölerek yaşamaya kesilmenin, kesilmişliğiyle mühürlenmenin izini taşıyan fotoğraf: Dünyasabahı, Tai Dağı, ikebana... Doğal mekânı, fotoğrafın kesmesi sayesinde daha çok doğa, çünkü sanat kılma, çünkü çifte katlama: 19. yüzyılın sonunda, Paris’te, yağlıboyaları ve şövaleleriyle doğaya çıkarak resim yapmayı öğrenmiş olmalarına karşın Osmanlı’ya döndüklerinde doğayı taklit edemeyen, atölyelerinde doğayı kesen fotoğrafların resmini yapan ressamlar… Doğayı doğadan kesen fotoğraf/fotoğrafı fotoğraftan kesen Darüşşafakalı ressam… Sadece veronika değil, fotoğraf bir ikebana da…

 

Oysa artık, Google Earth, 21. yüzyılda: Bizim görebildiğimiz, ama bize bakamayan dünya. Oysa görüneni temsil etmek değil, görünür kılmak isteyince, kendisi de bize bakması gereken dünya. Sadece kendisine bakan şeyleri görebilen, ona bakan evreni, ona bakan dağı, çiçeği, fotoğrafı kesebilen insan. Oysa Google Earth tüm dünyanın uydularından çekilmiş fotoğrafların üç boyutlu ve eşzamanlı göründüğü, Amerikan istihbaratı tarafından geliştirilen, 2005 yılında ilk duyurulduğunda Rus Gizli Servisi’nin saldırı planlayanlara bir kolaylık olacağını söyleyerek hizmetinin durdurulmasını talep ettiği bilgisayar yazılımı... Bakışımızı karşılıksız bırakan ekran… Sayısal, bilgisayar, integral hesapları… Herhangi bir şeyin yeniden canlandırılabilmesinin imkânsız olduğu sanal evren… Yaşamdan kesit alacağına ve keseceğine, yaşamı canlı yayında temsil eden, fotoğrafın kesiğini soğurarak emen postmodern kartografi… Bütün yaşam alanlarını ve bütün mekânları temsil ederken, her şeyi içine gömen lâ-mekân… İki dudağının arasındayım: Elle tutulamayan, ekranda küçülttükçe büyüyen, büyüttükçe küçülen, başparmakla işaret parmağı arası naklen dünya…

 

Yine de burada: Dağı değil çiçeği, Yıldız Sarayı fotoğrafını değil Google Earth’ü kesen Murat Akagündüz... Cansızlaştıran ve mekânsızlaştıran canlı yayın, canlandıran fotoğraf, dirilten ve yeniden mekân bahşeden Akagündüz... Dolayısıyla tersine çevrili denklem: Fotoğrafın, ikebana’nın, Tai Dağı’nın ölüm bilgisini canlı yayına çeviren, cansızlaştıran ve suni bir uzaya gömen Google Earth’e atılan kesik; tersinden bir Japonluk, ölümün duygusuz soğukluğu yaşayanda,yeniden, kire... Tuvalin arkasına, metafizik, mekânsız bir uzaya yapılan, görünenden görünmeyene giden bir yolculuğun kesiği değil; Japon öğretmenlerin uzaydan almalarını ve görünmeyene iletmek ya da görüneni resmetmek yerine kendileriyle beraber görünürü daha çok görünür, doğayı daha çok doğa kılmalarını sağlamalarına yol açan bir kesik: Eğer Google Earth zamansalsa, ama canlı yayın yapmak için zamana karşı yarışmak ve zamansallığa karşı koymak zorundaysa, Akagündüz Google Earth’ün zamana karşı yarışını kesmek ve bilgisayarın yaşam olmayan yanılsamasını ondan almak zorunda. Kökünden kesilen ve doğası değişen bonsai gibi, Google Earth’ün zamana karşı direncini kesmek; akışını durdurup tabloya mühürlemek… Bilgisayarda üretilen imgeden bakışsızlığı alarak bakışı yeryüzüne tersinden iade etmek… Kronolojik olmayan bir zamanlar kesitine dönüşen, imgesini içinde taşıyan dünya... Google Earth’ünmekânsız yaşam yakınlığını mutlak bir uzaklık, ama yaşamı duvarda yakın bir mekân kılan tuval… Yaşamın en uzun yüzü olan, Google Earth’ten kesilen yaşamla, ölümsüzlükten dirildiği an yeniden görünürlüğe gelen ölüm... Yaşamdan ölüme geçme anında beliren güzellik... Beyaz, şeffaf, uçucu, kaygan… Uzaydan yeryüzüne, zamansızlıktan zamana, sonsuzluktan sonluluğa, bakışsızlıktan bakışmaya dönen, yeryüzüleşen dünya... Cüceleşen Google Earth… Dünyadan değil, uydudan yeniden doğan yeryüzü, sabahı dünyanın... Güzel Sanatlar Akademisi’nde okumuş olmasına rağmen William Anders’e ve Google Earth’e Darüşşafakalı ressamların kesimiyle eklemlenen, doğayla tuvalin arasına fotoğraftan elde edilen uydu görüntülerini yerleştiren, doğayı değil uyduyu kesen, kesintiler arasındaki kesintisizlik yasasını gören,2 gelen/ek/sel yerleştirmeler… Kesintisiz kesintisi, beraberliği zamanların, uzayı şimdi’ye açan mekân, güncellikten uzaklaşabildiği ölçüde şimdiye açılan çağdaş sanat: con/temporariness [gün/cellik]… Arasında ve sonluluğunda yaşamın…

 

Google Earth imgeleri, renklerinden kesilmiş, beyaza beyaz, tuvalin iki boyutunda: Üçüncü boyut, rengin kalınlığında... Yeryüzünü tablolama değil, dünyayı bir imgede ele geçirme değil, yeryüzünü yeryüzüleştirme; keserek ve katlayarak daha çok dünya kılma, dünyayı yeniden doğurma: Yeryüzü/fotoğraf/Google Earth/desen/tablo… Negatif/pozitif/negatif/pozitif/origami, ikebana… Tuval üzerine yağlıboya, su yatakları, petrol yatakları, bor yatakları, enerji yatakları, akupunktur yatakları, meridyenler, zirvelerinden görünen dağlar, ongunlar, toprak parçaları… İnsansız, anonim bir doğa: İnsan, onu tuvale, sanata açmakta. Yükseklik ve benzetme sıtmasına kapılınca, Büyük Sahra’dan esen rüzgârlarla şekillenen Namibya kumulları... Beyazın akında belli belirsiz bir kımıldanış, inceden inceye bir katmanlanma… Ketenin beyazından geçen yeryüzü rüzgârı, ketene vurulan yeryüzü damgası, mühürlenmiş dağlar… Daha önceki işlerinde reçine ile resim yapan, tuvaldeki renkleri bağlaması için alt katmanda kullanılan reçineyi boya kılan, buna rağmen melankolik duygusundan kesilmiş bir sepya fotoğraf etkisi yaratan Akagündüz. Ağaçların, kendilerini yaradan ve hastalıktan koruduğu, yaralandıkları yeri dondurdukları reçineyi tuvalde boyaya dönüştürünce, tuvalde yaşamın donmuşluğunu ve bu donmuşluğun aralığıyla yaşamın kırılganlığını görünürlüğe getiren... Toprağı eskiden reçineyle topraklaştıran… Oysa şimdi, her şey beyaza akmış burada…

 

Görünür kıldığı, doğurduğu nedir Akagündüz’ün, beyaza akan: Uzayda doğan dünya gibi inceliği yaşamın, zarafeti, geçiciliği, silikliği, kırılabilirliği… Yaşarken başlaması ölmenin… Dokununca lekelenebilirliği, yakınlaşınca güneşle sararabilirliği tuvalin… Yogilerin dış dünyaya kulaklarını kapadıkları, kendilerine döndükleri zamanlarda duydukları o ince iç ses… Nada… Hiçbir şey, aynı zamanda... Yokluğun sesi, olmayanın duyulan sesi; görünürlükle görünmezlik, eşiğinde, fotoğrafı ancak Kirlian’la çekilebilen... Murat Akagündüz ve güzelliğin Japonca tanımı: Ölümsüzlüğü keserek ölümlülüğü ve sonluluğu ölümlülüğe ve sonluluğa iade edebilmek. Başka bir isimle: Zarafet…

 

1 Nishitani Keiji, “Ikebana. Über dir reine japanische Kunst”, Philosophisches Jahrbuch içinde, 98/2 (1991), s. 314–320.

2 Paul Valéry’den alıntılayan Alexander Nagel & Christopher S. Wood, Anachronic Renaissance (NYC: Zone Books, 2010), s. 11.

 

bottom of page